Yoldan

Mart 2012'den beri bir şehirlerarası otobüste başlayıp, bazen bir kasaba kahvesinde, bazen bir kayalık üzerinde, bazen bir deniz kıyısında ama hep yoldayken aklıma düşenlerdir bu notlar. Tutarsızlıklar görürseniz, edebi kurallarla değil tamamen tutkuyla yazılmalarındandır. Zaten tutkunun ya da yolun bir iddiası da yoktur. 

Yola çıktığında, bazen karanlık içinden çıkmak ister. Yola koyulmak başlı başına bir koşturmaca iken, ruhun aynı hızda seni takip etmek ister. Gittiğin yere senden önce varmak, orada yaşayacağın hayat parçası için önceden senin adına hazırlanmak ister. Zaman kendi içinde bir bilinmezlik içerir. Yolcu bu içeriğin kıvrımlarında oynayan, dar sokaklarda adım atmaya çalışan kişidir. Böyle başlar bütün hikaye, yolcunun kendisi hikaye arar zaten. İçinden kurtulmak istediği bir karanlık ve varmak istediği temiz bir beyaz olmadan yolcu nasıl varabilir gideceği denize? Bütün seslerin içinden çıkardığı tek anlam bu denizin ortasında kurduğu beyaz duvarlı, yakın zamanda pencerelerinde çiçekler açmasını beklediği bir evdir.

Yol, zamana acımaksızın direnebileceğin yerdir. Seslere kulak vermelisin. Duyduklarına değil. Klasik olacak ama gördüklerinin değil, gözünün kıyısında şöylece bakıverdiklerine dönmelisin. Hiç beğenmediklerine, dikkatini çekmeyenlere bakmalısın iyice. Yoldayken, yola koyulacakken etrafında başka yolcular olduğunun farkına varacaksın. 


Yol, bazen kör edici bir aydınlığa sahiptir. Güneşin doğduğu an gibi, bilmediğin bir yerde uyandığın an gibi kamaştırır gözünü. İlk sigaranın boğazını yaktığı gibi zihnine acı çektirir. Ruhun da bilir, uğraşmak istemezsin, yolu görmeye çalışmak tek amacındır. Bu ışık ortasında, o gözden kaçanlardan birinde bulursun aradığını. Kanatlanır gibi olursun. Boğazın ilk defa sana ait bir ses çıkarır. Bir yolcu bulduğunda kendine yakın, sakın bırakma onu. Ama boğarcasına sarılmamalısın da. Çünkü hikaye böyle büyümek ister, anlatılmak ister. Şimdi ona uzunca, karanlıkta ve sapsarı ışıklar içinde, beyaza, mavi çiçeklere bulanmışken ve de sadeyken bakma şansın olacak. Bu şans, sana hikayenin armağanıdır. Gizli kahramanını sana göstermiştir, sakın aklından çıkarma bunu.

Yol, gittiklerini değil, gitmediklerini, gitmiyor olacaklarını sana getirir. Senin birleştirdiğin ve seni asla yalnız bırakmayacak olan duyguların olduğu yerdir, bunların sana sunulduğu bütündür. Bir ağaç olduğunu hissettirebilir sana ya da bir sinek sürüsü. Bu nedenle nerede, nasıl karşılaşacağını bilmediğin yolcular gönderir sana. 

Yolun durakları vardır. Birinde kalma niyeti gösterdiysen, yeni bir dünyaya girdin demektir. Çünkü bir durak asla yalnızca bir nefes alma yeri olmamıştır. Göreceksin ki, kalmak istediğin yerde birden çok yanyol, sapılacak onlarca küçük sokaklar var. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum, ancak bu küçük sokaklar senin iyi ve kötü, huzurlu veya mutsuz olmanı belirleyecektir. Ama asıl yoluna döndüğünde farkedeceğin üzere, yaptığın bu seçimlerin hepsi aslında senin her an içinde taşıdığın duygular olacaktır. O küçük sokaklarda sadece iyilik ya da kötülük bulmayacak, hepsi ile yol alacaksın. 

Beklemek istiyor kalbin, farkındayım. Koşturmak istemiyorsun bu kadar. Bu değildi amacın. En başında düşlediğin bu değildi. Öyküler anlatıyordun, dinliyordun. Kimilerine imrenirken sen de başkalarını imrendiriyordun. Bu nedenle de yola koyuldun. Şimdi sadece beklemek istiyorsun. Öyleyse, bir öykü dinleme zamanıdır. Topla bütün meleklerini, hatıralarını ve gözlerini kapat. Yolun sana getirdiği ilk hediyeyi kabul et.

Taşlar yıkılıyor. Binlerce yıl öncesinden dikilen taşlar, etrafını sardığı şehre aldırmaksızın yıkılıyor. O şehirde yaşayan bir çocuk var. Bu taşlara hayran. Her gün her gece yorulmaksızın altında üstünde her yerinde bu taşların. Dokunmadığı, şeklini ezbere bilmediği tek bir tanesi bile yok. Hatta belki dinlediğin öykünün gizemi budur, hepsinin bir ismi dahi vardır. Daha okuması bile yok çocuğun. Ama isim koymayı biliyordur elbette. Dünyayı ilk gördüğü, yaşamayı ilk kez tattığı yer burası. Onun dokunduğu taşlara daha kaç kişinin, kaç yıl ne şekilde dokunduğunu, buraya onları kimin diktiğini düşünecek yaşta değil ama. Bir bilse, benim görebildiğimi, hayal edebildiğimi düşünebilse bu oyun alanına sevinir miydi acaba? Peki ben onun gördüğü gibi görebilmeyi başarabilecek miyim? Öykü nereye varacak yolcu söyleyeyim. Senin bu taşları hayal ettiğin ana, o çocuk gibi düşünmeye başladığın zamana ve bu taşlar yıkılırken düşündüklerinle sonlanacak.

Yol, her zaman düz değildir. Anlamışsındır. Bunu söylediğimde aklına uzun, yüksek dağların içine doğru bir ok gibi ilerleyip, içinden geçtiği gelincik dolu ovadan kıvrılarak yükselen bir yol gelmesin. O hayal ettiğin yol, büyük olasılıkla bir makina tarafından yarılmış bereketli toprağın ezilip düzleştirilmesiyle oluşmuştur. Bunu düşünmeni istemem. Hiç bir tekerin dönemeyeceği yerleri, hatta senin dışında çok az kişinin adım atmaya cesaret edebileceği bir yer düşün lütfen. O yol belki ilk ateşin yakıldığı belki binlerce yıl önce yaşamış bir çocuğun adımladığı, tarlalar içinde, zeytin ağaçları arasında ilerler. Gittiği yer, uzak bir kent olabilir ama bir deniz kıyısına çıkmasını tercih etmelisin. Denizin ufkuyla karşılaştığın o ilk an tüm dünyanın tadına vardığın yer olacaktır. Yani denizi göreceksin , balıkları duyacaksın. O balıklar sana karşıdaki adaya, ufkun kıyısındaki topraklara gitmeni söyleyecek. Sana yolları anlatacaklar. Yüzmeyi bilmeyen bedenine, suda nasıl yürüyeceğini gösterecekler. Suyun üstünde değil, içinde yürümeyi öğreneceksin. Nefes nasıl tutulur, onu nasıl devirdaim edebilirsin ve hatta nefessiz nasıl yaşanır bunları öğreneceksin.

Yolun dili yoktur. Orada seçmek zorunda olduğun sözcükler, kendini ifade etme biçimin olmayacak. Sözcükler duygular için vardır. Karşındaki bunu bildiği gibi sen de öğreneceksin. Dilsiz yaşamak, suskunluğun içinde yarattığı bir lanet değil, yolun sana sunduğu bir nimet olacaktır. Yani bereketi simgeleyen bir tanrı ya da bir buğday tanesi gibi. Bu dilsizlik sevginin içinde yüzmeyi, yol boyunca duygularını başkalarına göstermenin zevkini verecektir.

Beklemek, sürekli katettiğin yoldur. Bir kez yürümeye başladığında attığın her adım, zamanı durdurduğun bir ana denk gelir. Sen bu anları biriktirdikçe, zihnin yaşadığın zamandan koparır seni. Artık düşünmediğin ve farketmediğin bir hayatı yaşıyorsundur. Adımların karanlıkta olacaktır. Yolunu aydınlatan tek bir ışık, gökyüzü ve yıldızlar da olmayacaktır. Sen sadece yürümeyi düşüneceksin. Evine varıp, ruhunu teslim ettiğin yabancıya sarılmayı düşüneceksin. Ağaçlar arasında, vadiler içinde ve yüksek dağlarla çevrili olacaksın. Hoş kokular gelecek rüzgarla, sonra yağmur kokacak her yanın. Gözleri kör edecek bir iki ışık, sonra karanlığa dönmekte zorlanacaksın. Ama yürüme isteğin, karanlıkta yoluna devam etme isteğin tükenmeyecek. Sonra farkedeceksin ki bütün o zaman ve attığın her adım durmuş, havada asılı kalmış olacak. 

Dönmek isteğin çok güçlü. Geriye dönmek, baştan başlamak, yarım kalanları tamamlamak isteyeceksin. Türlü hayvanlar arasına karışmak, suya dalmak -ıslanmak- kayalara dokunmak, bir gölgeye sığınmak, bulutlara karışmak isteyeceksin. Arzun o kadar kuvvetli ki başka hiç bir şey düşünmeyeceksin. Doğa sende tüm arzularını uyandıracak. Işıksızlık isteyeceksin, ateşsizlik. Gürültü olmayacak, reklamlar, haberler olmayacak. Sen, yürümek isteyeceksin. Her sabah güneşle uyanıp, yürümek isteyeceksin. Meyve toplayan ataların gibi dişlerinin arasında incir çekirdekleri patlasın isteyeceksin. Uzanmak isteyeceksin. Çok yukarılara, tutulmaz olana uzanmak arzusuyla yanacaksın. Aradığın ateş böyle bulacak seni. Güneş isteyeceksin daha çok, bazen de hiç. Olmayan güneşin özlemini taşımak isteyeceksin içinde. Yol seni denize çıkaracak, denize aşık olacaksın. 

Yolcu, bir tür mutsuzluk peşindedir. Çağlar boyunca mutsuzluk bir karamsarlık içerse de yolcunun aradığı bu tür bir duygu değildir. Onun arayışı, içinde umut olan, mutluluğa kavuşma hevesi olmadan huzurlu olduğu bir mutsuzluktur. Bunu hisstemeden yola çıkılmaz, yol boyunca bu duygu kavranmadan yürümeye devam edemezsin. Yolcu, bütün berraklığıyla bu hali kavramış olandır. 

Karmaşanın içinde bir düzen aramaman gerekir. Bir nehirde, yazdan kalma bir günde kendini akıntıya bırakmış bir çınar yaprağı gibi olmalısın. Beklentin olmamalı, her saniye içinde heyecan ve merak taşımalısın. Bir önceki anı tamamen olmasa da küçük bir hatıra olarak saklamalısın. Yüzün güneşe dönük olmalı, su soğuk olacaktır. İçini değil, içindeki seni ısıtacaksın.

Her şeyin darmadağın olduğu, herşeyin karıştığını düşündüğün anlar olacaktır. Sakinleş. Zeytin bahçeleri arasında dolaştığını, ormandan taze kızılçam kokusu geldiğini hisset. Adımlarından sonra zihnin sana açık yolu gösterecektir. Pişmanlık duymadan, kararını verip devam et yürümeye. Kolay değil ama zor da olmayacaktır. 

Yolun sonu geldi mi gelecek mi düşünüyorsun. Merak ve endişe dolu yüreğin. Bilinmezlik çukurlarına bir düşüp bir çıkıyorsun. Bedenini esir alan merak, boşluğun yarattığı korkuya dönüşmekten çekiniyor. Benim için yolun bir sonu olmamalı, yalnızca bir temenni bu. Bu ölüm kadar bilinmez bir mesele ve hatta sadece ölüm anında bulunabilecek bir cevap. Yolun tükenmezliği korkuya düşürüyorsa seni, tekrar bir dinlenme noktası bul kendine. Nefes al. Sakince nefes al. Yeni adımlar attıkça, yeni yolcular tanııkça belki de mutsuz olacaksın. Ancak elinde bir ruh dolusu huzur olacak. Utanma kendinden ve kaygılarından.

Yol, doğru seçimlerin ardından seni hedefe götürmeyecektir. Tamamen tesadüfler üzerine kurulu, seçimler dahi yaptırmadan sürüklediği yer, senin için en doğrusudur. Rahatla. Kıyıda, denize doğu fırtınalar izlediğin kıyıda, ayrıldığın, geride bıraktığın herşeyi özlemle, umutla suya bırakacaksın. Ruhun bir kıyıda artık, adalarını açık seçik görebildiğin bir kıyıda. Bilinçli ol demek yetmeyecek sana güzel okur. Bilinç seni yalnız bırakacak, farkında olmayacaksın. Sakın! Akışkanlığını gördüğün suda, zamanın da akışını, hayatının, düşlerinin muğlak seyrini göreceksin. Bulanık suları durultmak, yola borcun, görevin, tek amacın. Nereye gideceğini düşünme demiştim. Şu an vardığın -düşünmediysen eğer- varman gereken yerdir. Yolun tek amacı, seni getirmesi gereken yegane yer bu bulanık su. Senin yapman gerekense bu suya dalmak. Balıkları izlemek, cesaret edebildiğince derine inmek.

Yol, akıp gidişin kendisine dönüşür. Zaman bir yığılma halinde, yoğun, katı bir hal alır. Hisset. Bu yoğunlukta varacağın bir ışık olacak, sakın peşini bırakma. Sakin kalman için bir sebep yok, mücadelenin sükunetle yapılması gerekmez. Ama duracağın yeri, kıyıyı iyi seçmek zorundasın. Bir savaş değil. Zamanı görmeyi, ona dokunmayı, hissetmeyi öğreneceksin. Bir kıyıda, sade sessiz ansızın durdurcaksın kendini. Yol, zamanı kendine dönüştürdüğün araçtır.

Yolcu, neyin peşindedir? Aradığı bir şey var mıdır gerçekten? Bir arayış içinde olan, bir amaç peşinde olan, yolcudan çok bir maceraperesttir. Alacağı ödüle odaklanarak yola çıkan, ölüme ve zorluğa bir amaç uğruna direnen kişi yolcu değildir. Yolcu, sadelik içinde yol alır, sonunda bir ödül değil, gerçek bir son vardır. Yolun ardında, sonrasında bir yaşam yoktur onun için. Yolun bitimi, hayatının da bitimidir. Bir prensese kavuşmak, bir altın sandığı bulmak, ün yapmak yolda olanın sonu değildir. Yolcu sonuna gidendir, kendi sonunun nasıl olacağını planlayan, mutlak olanın zamanı geldiğinde onu ne şekilde yaşayacağına karar verme hakkına, becerisine sahip olandır. Kendin için bir ödül düşünme güzel yolcu, bunu yazan ruhun sana vereceği tek ve en iyi tavsiye budur.

Yolcu için geri adım atmak mümkün değildir. Ama atacağın her adım seni ileriye taşımayacaktır. Zamanın döngüsel, birbirine işlemiş karmaşıklığı gibi, yolun da kendiyle kesişen, kendi kendisiyle çelişen bir çizgisi vardır. Attığın adımlarda bazen tanıdık bir yer görmen, tanıdık senlerle karşılaşman ve bazen daha önce üstesinden gelmeyi başardığın bir engelle tekrar karşılaşman mümkündür. Umutsuzluğa kapılma! Mücadele, her defasında sana yeni bir şey öğretecektir.

Rüzgarın nereden estiğine dikkat et. Nereden doğduğunu asla anlayamayacaksın ama nasıl doğduğunu kavramaya çalışmalısın. Sana konuşacak, yardımcı olacaktır. Kendini doğanın bu en konuşkan, en yardımsever varlığından esirgeme. Eğer bir kıyıdaysan ve sandala adım atacaksan, sandalcıdan önce rüzgara selam ver, onunla konuş. Sana anlatacakları, sandalcının sana sunacaklarından daha cömerttir.

Yol, ayırandır. Doğası, yerlerin arasında olmaktır, birleşenler arasında olmaktır. Yol, aradadır. Kişiler, mekanlar ya da ruhunla düşüncelerin arasındadır. Bu sebepten yol özgürlüktür, kendisi de özgürdür. Yoldaysan eğer, güzel okur, özgürlüğün üzerinde bir yerdesindir. Ayrı kalmak seni özgürleştirir. Bulanık zihnin berraklığıdır. Eğer ayrıysan ve eğer özlüyorsan, özgürsün demektir. Özlemek özgür bir duygudur. Zihnine sorular sorduğun ve cevaplarına koştuğun bir ortamdır. Yalnız kalsan da ki yolcu yalnızdır, varacağın yer seni özgürlüğe kavuşturur.

Fırtınaya tutuldun. Sandalcıya güvenmelisin. Rüzgar yola çıkmadan söylemişti sana, dinle beni yolun çetin olacak demişti. Aniden karşına çıkan yolcu, senin en zor savaşın olacak demişti. Kıyıdan ayrıldığında her dalga her kürek sesi seni sana anlatacak demişti. Rüzgarın nasıl doğduğunu anlıyorsun şimdi, dalgaları da anlamaya başlayacaksın. Ruhun başka bir ruhun aydınlığına düşüyor. İki ruh birbirine gölge ediyor şimdi. Bu puslu karanlıktan aydınlık bir dünya çıkarman gerekecek. Ardından bir ada görmeyi, bir kıyıya varmayı umacaksın. Yolcunun umut dolu mutsuzluğu buradadır. Yolcu umutlu bir keder sahibidir. Yolcu, bilincin umududur.

Bulanıklığın bir sadeliği vardır. Kendi tonu, kendi homojenliği içinde bir düzeni vardır. Ne kadar düzensiz olduğunu düşünsen de en küçük zerrelerinde dahi bir aynılık görülebilir. Bu karanlığın en derin anı gibidir. Burada sandaldaysan, derinde olanları görmen, denizini anlaman mümkün değildir. Kendini sandaldan atmak cesaretini gösterirsen ve sadık bir kaptanın varsa bulanıklığın bir parçası olabilirsin. Bu kendi derinliğine yaptığın bir yolculuk olduğu kadar, iki yıldız iki gezegen arasında bulunan uzay boşluğunda gezmek gibidir aynı zamanda. Bulanık suda vurduğun her kulaç sana bir yeni sunacaktır. Hepsini anlaman mümkün değilse bile o kısacık anlarda etrafındaki dünyayı kavrayacak kadar kendine vakit vermelisin. Nefesin bir problem olmamalı  artık. Burada nefes alabilmeyi balıklardan öğrenmiştin. Sandalını ya da yüzeyi görecek kadar derinde kalmaya dikkat etmelisin. Seni tekrar yoluna götürecek olan budur. Daha derinlerde kaybolmanın bir anlamı ya da kurtuluşu olmayacaktır.

Bir başka yolcuyla, yollarınızın kesiştiği o ruhla aynı sandalda devam edebilir misin? Cesaret seni burada sınayacaktır. Kalkanını nasıl tuttuğun, kılıcını nasıl savurduğun ve atının üzerinde kalabalık düşmana nasıl koştuğun önemli değildir. Bir başka ruh için yola düşmek olacaktır seni cesur kılan. Fedakarlık, ödün vermek isteyip kendi sandalına aldığında cesur olursun. Ruhunun derini, sandaldaki diğer ruhla nasıl iletişim kurduğunla belli edecektir kendini.

Yol, sevgi getirirse şüpheyle yaklaş. Sevginin kaynağı ruh olsa da, cennetten -masal cennetinden koparılsa da- sevgiye şüpheyle yaklaşmalısın. Seni iyiye götürecek olan sevgi olmayacaktır. Sevgi tek başına hiç bir zaman yeterli olmayacaktır. Sevgiyi, ey güzel yolcu, bir başka bedene beslediğin sevgi olarak görme ne olur. Onu senden koparacak, iyiyi ruhundan koparacak olan bu sevgidir. Bilmediğin yollarda güvenin bu sevgi olmasın. Yol, sevginin kurduğu, sevginin yürüttüğü, onun amaçlandığı br yer değildir. Sandalcına güven yolcu ve kendine bir masal anlat. Yol hikayelerin toplandığı ve hikayenin yazıldığı yerdir.

Comments

Popular Posts